Kutadgu Bilig
Dixi et Salvavi Animam Meam
Déjà vu
Mahkeme-i Kübra
'' Evet, Mahkeme-i Kübra milleti uyarmakta çok işler görmüştür. Bakarsınız sekiz yaprak, ama her biri ateş parçası... Okurken size dehşet elverir. Düşünün, yüce peygamberimiz geliyor da Sultan Hamit'i Ayasofya Camisi'nde, milletin gözü önünde yargılıyor. Yıl, 1895. Bir cuma günü Ayasofya'nın içi dışı dolu... İnsan denizi çalkalanıyor ki uğultusu göğe vuruyor. Peygamberimiz dört halifesini arkasına almış, daha arkasında bütün yakınları camiye gelmiş. Ertuğrul Gazi'den Sultan Mahmut'a kadar bütün Osmanoğulları camideler. Peygamberimiz, günlerden cuma olduğu halde, öğle namazı kılınmamasını emrediyor. Çünkü Hamit'in padişahlığı da, halifeliğini de sakat saymakta... Halifelik sakatlanırsa cuma hutbesiz kalır. Meğer Abdülhamit'i getirmek için Yıldız'a zaptiyeler gönderilmiş. Pinti Hamit, arkasında hırsız vezirleri, kanlı paşaları, imansız hafiyeleri, nursuz cellatları ile Mahkeme-i Kübra'ya çekiliyor. Risalenin adı neden Mahkeme-i Kübra, şimdi anladınız mı? Bu yüce mahkemenin başyargıcı Peygamberimiz... Yavuz Sultan Selim gibi, Kanun Sultan Süleyman gibi, Dördüncü Murat gibi tarihe şan vermiş yiğit padişahların kimi davacı oluyor, kimi tanıklık ediyor. Sonunda Peygamberimiz, Hazreti Ömer'le Yavuz Sultan Selim'e dönüyor, 'Buna ne ceza verelim?' diye soruyor. İkisi birden 'Ölüm!' diyorlar. Hamit'le rezil uşakları, 'Bize acıyın!' diye çağrışmaya başlıyorlar. '' Nuh Bey gözlerini kuruladı. Sesi titriyordu. '' Belki yüz defa okudum, her seferinde işin burası geldi mi, çocuk gibi gözlerim yaşarır.''
'' Öldürüyorlar mı?''
'' Hayır! Peygamberimiz öyle bir herifin pis kanıyla elini hiç kirletir mi? 'Halifeliği, padişahlığı üstünden sıyırıp aldım,' diyor. 'Canını da bunca yıl inlettiği millet ister alsın ister bağışlasın.'
Kemal Tahir, Esir Şehrin Mahpusu, İstanbul, İthaki, s.240
Gizlilik
Gizli çalışmak namuslu vatanseverlerin işine yaradığı kadar, her çeşitten namussuzların da işine yarar. Bunu hiç aklından çıkarmamalı... Gizlilik, alçaklıkları, yalancılıkları, korkaklıkları, kahramanlıklardan daha kolay örtüyor. Gizli işlerde, olup bitenleri günü gününe izleyemeyeceğiniz için, namussuzlar, namusluları kolayca lekeleyebiliyorlar. Bu yüzden kaybınız katmerli oluyor.
Kemal Tahir, Esir Şehrin Mahpusu, İstanbul; İthaki, 2020, s.215
Ode to a Nightingale
I
My heart aches, and a drowsy numbness pains
My sense, as though of hemlock I had drunk,
Or emptied some dull opiate to the drains
One minute past, and Lethe-wards had sunk:
'Tis not through envy of thy happy lot,
But being too happy in thine happiness,—
That thou, light-winged Dryad of the trees
In some melodious plot
Of beechen green, and shadows numberless,
II
O, for a draught of vintage! that hath been
Cool'd a long age in the deep-delved earth,
Tasting of Flora and the country green,
Dance, and Provençal song, and sunburnt mirth!
O for a beaker full of the warm South,
Full of the true, the blushful Hippocrene,
With beaded bubbles winking at the brim,
And purple-stained mouth;
That I might drink, and leave the world unseen,
Fade far away, dissolve, and quite forget
What thou among the leaves hast never known,
The weariness, the fever, and the fret
Here, where men sit and hear each other groan;
Where palsy shakes a few, sad, last gray hairs,
Where youth grows pale, and spectre-thin, and dies;
Where but to think is to be full of sorrow
And leaden-eyed despairs,
Where Beauty cannot keep her lustrous eyes,
Away! away! for I will fly to thee,Not charioted by Bacchus and his pards,
But on the viewless wings of Poesy,
Though the dull brain perplexes and retards:
Already with thee! tender is the night,
And haply the Queen-Moon is on her throne,
Cluster'd around by all her starry Fays;
But here there is no light,
Save what from heaven is with the breezes blown
I cannot see what flowers are at my feet,
Nor what soft incense hangs upon the boughs,
But, in embalmed darkness, guess each sweet
Wherewith the seasonable month endows
The grass, the thicket, and the fruit-tree wild;
White hawthorn, and the pastoral eglantine;
Fast fading violets cover'd up in leaves;
And mid-May's eldest child,
The coming musk-rose, full of dewy wine,
Darkling I listen; and, for many a time
I have been half in love with easeful Death,
Call'd him soft names in many a mused rhyme,
To take into the air my quiet breath;
Now more than ever seems it rich to die,
To cease upon the midnight with no pain,
While thou art pouring forth thy soul abroad
In such an ecstasy!
Still wouldst thou sing, and I have ears in vain—
VII
Thou wast not born for death, immortal Bird!
No hungry generations tread thee down;
The voice I hear this passing night was heard
In ancient days by emperor and clown:
Perhaps the self-same song that found a path
Through the sad heart of Ruth, when, sick for home,
She stood in tears amid the alien corn;
The same that oft-times hath
Charm'd magic casements, opening on the foam
Forlorn! the very word is like a bell
To toll me back from thee to my sole self!
Adieu! the fancy cannot cheat so well
As she is fam'd to do, deceiving elf.
Adieu! adieu! thy plaintive anthem fades
Past the near meadows, over the still stream,
Up the hill-side; and now 'tis buried deep
In the next valley-glades:
The Poetical Works, John Keats, London, Frederick Warne and Co. And New York. s.263
Wanderer on the Mountaintop (1818)
Wanderer on the Mountaintop (1818) - Carl Gustav Carus
* Carl Gustav Carus, Leipzig'de doğmuş, Romantik dönemde çeşitli roller oynamış bir Alman fizyolog ve ressamdı. Yazar Johann Wolfgang von Goethe'nin bir arkadaşı, çok yönlü bir adamdı: bir doktor, bir doğa bilimci, bir bilim adamı, bir psikolog ve Caspar David Friedrich'in altında çalışan bir manzara ressamı. 1811'de tıp doktoru ve felsefe doktoru olarak mezun oldu. 1814'te Dresden'deki tıp ve cerrahi öğretim kurumunda kadın doğum profesörü ve doğum kliniğinin yöneticisi olarak atandı. Sanat teorisi üzerine yazdı. 1814'ten 1817'ye kadar, bir Dresden manzara ressamı olan Caspar David Friedrich'in yanında çalışarak kendi kendine yağlı boya resim yapmayı öğrendi. Daha sonra Oeser çizim akademisinde Julius Schnorr von Carolsfeld altında çalıştı. Saksonya Kralı II. Frederick Augustus 1844'te gayri resmi bir Britanya turu yaptığında, Carus kişisel doktoru olarak ona eşlik etti. Bu bir devlet ziyareti değildi, ancak Kral, Carus ile birlikte Windsor Kalesi'nde Kraliçe Victoria ve Prens Albert'in konuğuydu ve Carus, Londra'daki birçok turistik yeri ve üniversite şehirleri Oxford ve Cambridge'i ziyaret edebildi ve bilimsel keşifler alanında aktif diğer insanlarla tanışabildi. İngiltere, Galler ve İskoçya'da geniş çapta gezdiler ve daha sonra Carus, The King of Saxony's Journey via England and Scotland, 1844'ü yayınladı. Bilim adamları tarafından en çok, Darwin'in evrim teorisinin gelişiminde çığır açan bir fikir olan omurgalı arketip kavramını ortaya çıkardığı için bilinir. 1836'da İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi'ne yabancı üye seçildi. Carus ayrıca Psyche (1846) ile de tanınır. Amacı, "Erdlebenbildkunst" (dünya yaşamının resim sanatı) olarak adlandırdığı, jeolojik olayların iç işleyişinin görselleştirilmesi olan bir manzara resmi teorisi geliştirdi. Carus, Dresden'de öldü. Şehir merkezinin doğusundaki Trinitatis-Friedhof'a (Trinitatis Mezarlığı) gömüldü. Mezar güneybatı kesimde, güney duvarına dayalıdır.
A Capriccio With The Pyramid Of Cestius And Travellers In An Italianate Landscape
View Of The Bay Of Naples
* Antonio Francesco Lodovico Joli, vedute ve capricci'nin İtalyan ressamıydı. Modena'da doğdu, önce Rafaello Rinaldi'ye çıraklık yaptı. Daha sonra Roma'da Giovanni Paolo Panini altında ve Galli da Bibbiena sahne ressamları ailesinin stüdyolarında çalıştı. Modena ve Perugia'da sahne dekorları ressamı oldu. 1732'de Venedik'e taşındı ve Grimani ailesinden Teatro di San Giovanni Grisostomo ve Teatro San Samuele'de opera prodüksiyonları için sahne ressamı olarak çalıştı. 1742'de Dresden'e, ardından Londra'ya (1744–48) ve Madrid'e (1750–54) gitti. Londra'da, o zamanlar Haymarket'teki King's Theatre'ın yönetmeni olan John James Heidegger'in Richmond malikanesini dekore etti. Joli 1754'te Venedik'e döndü ve burada Accademia di Belle Arti di Venezia'nın 36 kurucu üyesinden biri oldu. 1761'de Napoli'nin Bourbon sarayına taşındı ve 29 Nisan 1777'de orada öldü.
Küçük Şeyler
''Bilemem,'' diye iç geçirdi Fizban. ''Sorun şu, şimdi ne yapacağız?''
''Bilmiyorum,'' dedi Tas perişan bir halde. ''Düşünmesi gereken ben olmamalıydım. Ben eğlence olsun diye katılmıştım bu yolculuğa. Tanis'i veya diğerlerini uyaramayız, çünkü nerede olduklarını bilmiyoruz. Ve etrafta dolaşıp onları aramaya başlarsak, yakalanıp işleri daha da berbat bir hale sokabiliriz!'' Elini çenesine koydu. ''Biliyor musun,'' dedi olağandışı bir ciddiyetle, ''bir keresinde babama kenderlerin neden küçük olduklarını, neden bizim insanlar ve elfler gibi büyük olmadığımızı sormuştum. Gerçekten hep büyük olmak istemişimdir,'' dedi yavaşça ve bir an için sessizleşti.
''Baban ne demişti?'' diye sordu Fizban kibarca.
''Kenderlerin, küçük şeyleri başarabilmek için küçük yaratıldıklarını söylerdi. 'Eğer dünyadaki büyük şeylere yakından bakacak olursan' demişti, 'bunların bir araya gelmiş ufak şeylerden oluştuğunu görürsün.' O aşağıdaki koca ejderha, kan damlalarından başka bir şey değildir belki de. Ve bütün farkı yaratan da küçük değişikliklerdir.''
Margaret Weis & Tracy Hickman, Güz Alacakaranlığ Ejderhaları (Ejderha Mızrağı Destan I. Kitap), Çev. Çiğdem Erkal İpek, İstanbul; İthaki, 2018. s.443