''Kötü bir yazarın iyi bir sözünü alıntılamaktan asla utanmayacağım.'' Seneca, Ruhun Dinginliği Üzerine, 11.8

Mahkeme-i Kübra

                               '' Evet, Mahkeme-i Kübra milleti uyarmakta çok işler görmüştür. Bakarsınız sekiz yaprak, ama her biri ateş parçası... Okurken size dehşet elverir. Düşünün, yüce peygamberimiz geliyor da Sultan Hamit'i Ayasofya Camisi'nde, milletin gözü önünde yargılıyor. Yıl, 1895. Bir cuma günü Ayasofya'nın içi dışı dolu... İnsan denizi çalkalanıyor ki uğultusu göğe vuruyor. Peygamberimiz dört halifesini arkasına almış, daha arkasında bütün yakınları camiye gelmiş. Ertuğrul Gazi'den Sultan Mahmut'a kadar bütün Osmanoğulları camideler. Peygamberimiz, günlerden cuma olduğu halde, öğle namazı kılınmamasını emrediyor. Çünkü Hamit'in padişahlığı da, halifeliğini de sakat saymakta... Halifelik sakatlanırsa cuma hutbesiz kalır. Meğer Abdülhamit'i getirmek için Yıldız'a zaptiyeler gönderilmiş. Pinti Hamit, arkasında hırsız vezirleri, kanlı paşaları, imansız hafiyeleri, nursuz cellatları ile Mahkeme-i Kübra'ya çekiliyor. Risalenin adı neden Mahkeme-i Kübra, şimdi anladınız mı? Bu yüce mahkemenin başyargıcı Peygamberimiz... Yavuz Sultan Selim gibi, Kanun Sultan Süleyman gibi, Dördüncü Murat gibi tarihe şan vermiş yiğit padişahların kimi davacı oluyor, kimi tanıklık ediyor. Sonunda Peygamberimiz, Hazreti Ömer'le Yavuz Sultan Selim'e dönüyor, 'Buna ne ceza verelim?' diye soruyor. İkisi birden 'Ölüm!' diyorlar. Hamit'le rezil uşakları, 'Bize acıyın!' diye çağrışmaya başlıyorlar. '' Nuh Bey gözlerini kuruladı. Sesi titriyordu. '' Belki yüz defa okudum, her seferinde işin burası geldi mi, çocuk gibi gözlerim yaşarır.'' 

      '' Öldürüyorlar mı?''

     '' Hayır! Peygamberimiz öyle bir herifin pis kanıyla elini hiç kirletir mi? 'Halifeliği, padişahlığı üstünden sıyırıp aldım,' diyor. 'Canını da bunca yıl inlettiği millet ister alsın ister bağışlasın.'

                  Kemal Tahir, Esir Şehrin Mahpusu, İstanbul, İthaki, s.240