İçinde tutsak kaldığım bu görüntü...
Daha önce bulunmuş gibi
Hep oradaydım sanki
Burada hiç değişmeden
Ve hep gördüm o ışığı,
Aynı yerde dönüp durarak
Hissediyorum bu anı
Daha önce bulunmuş gibi
Hangi karanlık çağın içinde
Nerede ve nasıl, kestiremiyorum.
Ama ilerleyen zaman içinde
Her şey nasıl kendini ilk sefer içinde çivilenmiş buluyorsa,
Öyle ilişti zihnime,
Şimdi; bir şekle bürünsün diye
Gözlerim düşüyor, zihnimin karanlık mahzenlerine...
O kapının önünden geçerken, hatırlıyorum; o kokuyu!
Ve uzaklardan hızla gelen şiddeti duyarak...
Uyanıyorum gözlerim kapanarak
Bu sessizlikle boğulmuş ovada...
Gece çoktan sofrasını sermiş arz'a...
Serin uzay manzarası bulanıyor ama!
Işık kandilleri başladı bile sallanmaya!
Toprak titriyor sanki
Üşümüş bir tohum gibi!
Hangi karanlık çağ bu?
Şimdi içinde, dalgalanıp kendimi bulduğum
Nereden ve nasıl?
Gelen bu atlılar!
Karanlığı yırtan keskin metalin soğukluğu!
Yaklaşan ve daha fazla yaklaşan
Gri bir bulut içinde hızlanarak
Boynu bir kıl gibi kesen
Ve açık giden göz içinde!
Son anı göz merceğine resmeden
Ve zaman içinde hep o anda kalarak
Karışıyor toprağa, daha derine
Esiyor rüzgâr ve yağmur
Baş tohum, gövde toprak.
Anımsıyorum bu anı...
Hiç değişmemiş aynı yerinde.
Derilmiş bir çiçek içinde
Aynı kapı önünde,
Aynı sevecen kokuyla koklarken hatıraları,
O çiçek içinde ararken
Daha keskin fark ediyorum
Nerede ve nasıl düştüğümü
O anı dikler iken içime
Ve yol kenarı bu şehirden ayrılırken
Dönüp duruyor zamanın çemberi,
Hep aynı anda takılarak...